1. “Yeni SON”
1. “Yeni SON”
Dedublüman - Çözemezsin
Mavi Gri - Hayatım Leş
Hayatın, ne getireceğini bilemediği bir yol olduğunu düşünürdü hep.. yanılmamıştı. Gözleri karşısındaki bankta oturduğu sahilin kayalarına vuran dalgalarda dolaştı. 13 Şubat’ın son saatlerinde burada öylece dalgaları izliyordu. Hayır, dalgaları izlemiyordu. Gözünün değdiği dalgaları alev aldırıyordu bakışlarındaki hüzün. Bakıyordu, evet ama bu sefer görüyordu da. Aklına dolan anıyla aldığı soluğu ciğerlerine inemeden atmosfere yayıldı. Bir buhar oldu ve o da onun gibi bırakıp gitti. Can dostu gibi.. can dostu toprağa, zehir gibi içine çektiği nefes ise havaya.
Üç ay önceki o gün aklına geldiğindeyse kalbi damarlarına kadar hissettiği acıyla kasıldı.
Üç Ay Önce
"Haydi beyler haydi!" Cesaret vermek istercesine içindeki burukluğa rağmen gülümser tarzda yüz ifadesine her bir kardeşi güler yüzle bakıyordu. Bir kişi hariç.. Atlas. Can dostu...
İçindeki buz gibi hisleri o piste çıktıklarında atacak ve acılarını yine o buz pistinin üzerinde yakıp kavuracaktı. Gözlerine yansıtmamaya çalıştığı can acısı, boğazında bir düğüm olup için için yakıyordu onu. Bu maç.. son maçıydı. Son.
Son. Evet bazen sonlar beklenmedik anlarda gelirdi. Bir anda final veren bir dizi gibi.. baş karakterin öldüğü bir film gibi.. yazarının yazmayı bıraktığı bir kitap gibi. Bir bitiş. Ama bu bitiş onu üzmüyordu. En nihayetinde her bitiş bir başlangıç hikayesiydi. O bitecek ve diğer üyeler yeni bir başlangıç yapacaktı. Buna emindi. Kendinden değil, ama Atlas’tan emindi.
Hüzün çöken yorgun gözlerini solundaki kan kardeşine çevirdi. Atlas... Hayatının en zor anlarında bile yanında olmaktan vazgeçmeyen dostu. Bir şeyler sezmişti. Nedenini anlamadığı hüzünler sezmişti gözlerinde Furkan'ın. Bedeni güçsüz düşüyor, gözleri yorgun ve hüzünlü bakıyordu. Bunların nedeni herhangi bir şey de olsa onun hissettiği acıyı yüreğinde hissederdi Atlas. Çocukken bir sokak kaldırımında karşılaştığı o ağlayan çocuğa yardım eli uzatan tek kişiydi Furkan. Furkan’ın sağ gözünden akan yaşın çizdiği yol, Atlas’ın sol gözünde son bulurdu. Ama nedenini anlamadığı bir şekilde bu iki aydır hep uykusuz, yorgun, huzursuz ve ketumdu. Normalde çok da gülen birisi değildi ama bu onun her zaman huzursuz olduğu anlamına gelmezdi. Bu aralar hiç iyi görünmüyordu. Furkan’ın yüzünün solgun olduğu anlarda aklına gelen kötü düşünceleri def etmeye çalışıyordu Atlas.. ne yapacağını bilemez bir iç daraltısı hissediyordu.
Derin bir soluk bıraktı buz pistinden daha sıcak, fakat dudaklarından akıp giden sıcak soluğu bir sis gibi gösterecek kadar soğuk odaya. Gözlerini sımsıkı kapatıp tekrar açtı. Buz, onun güven alanıydı. Buz, onun içini ısıtan tek yerdi şu birkaç yıldır. Hayatında belki de en huzurlu hissettiği yerdi. Bu hissi elinden alabilecek güç geldi aklına. Daha birkaç ay öncesine kadar arkalarında olduğunu söyleyen koçları sanki onlar bir hiçmiş gibi üstlerine yürümüştü. “Furkan olmasa siz bu takımı kurtarabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Lan siz buzun üzerinde durmayı beceremeyecek adamlardınız. Hepiniz sokakta it gibi gezen kişilerdiniz de o sizin önünüzü açtı. Furkan teknikleri iyi becerebiliyor olmasa siz bir hiçsiniz oğlum, anlayın lan şunu! Şimdi o piste gidin ve hayatınızın hiçbir yerinde bulamayacağınız şansınızla birlikte onun yükselmesini sağlayacak kadar iyi oynamaya çalışın. Eğer Furkan’ın teknik imajına bir şey olursa veya onun sizin yüzünüzden önü kesilirse hepinizin sonu olur buzun üstünde!”
Aklına dolan o iğrenir bakış dimdik omuzlarının bir an için düşmesine neden olurken omzunun üstünde hissettiği elle hızla sıyrıldı gözünün önünde canlanan anılardan. Bakışlarını da daldığı yerden çekerek omzuna değen elin sahibine çevirdi. “Haydi kardeşim.. gel.” diyerek onu soyunma odasının ortasına doğru itekledi. Onu hareket ettirmesine izin verirken yavaş adımlarla takımın bir daire olmasına neden oldu. “Haydi beyler! Bu maçı kazanıyoruz. Haydi!” Hep bir ağızdan saçılan destekleyici seslerin arasında sakince duran bir tek Atlas’tı. Ortada her bir takım üyesi ellerini üst üste koyarken o da elini arada, bir elin üstüne koydu. Bu odadaki her biri tek bir kalbe bağlı damarlar gibiydiler. Bir bedenin yaşaması için gerekli ne varsa hepsiydiler. Yeri geldiğinde kalp, yeri geldiğinde beyin, yeri geldiğindeyse damarlarında akan kan olurlardı..
Kan bağıyla bağlı olmayan kardeş gibiydiler. Arktikurt Buz Hokeyi Takımı.
Furkan Aril
Atlas Arif Kutay
Ahmet Can
Yiğit Karadöven
Fatih Hikel
Mehmet Ali Talas
Erdem Akif Uyar
Bir sokak kavgası onları bir araya getirmişti bir daha ayrılmamak üzere. Onlar arkadaş değil kardeş olmuştu o günden sonra. Birbirlerini zor günlerinde hiç yalnız bırakmaz, bazı günler birbirlerinde kalırlardı. Yaklaşık 10 yılı devirmişlerdi çoktan. Hepsi biraz çocuktu.. içlerinde kalan o ukteyi beraberlerken yeterince gideriyorlardı.
Her birinin huyu kendine hastı. Ahmet aralarındaki en çapkınıydı mesela.. Mehmet kimi severse sevsin karşısındakinin onu, onun sevdiği kadar sevmeyeceğini düşünüyordu. Öyleydi de. Sevdiği kimse onu sevmezdi. İliklerine kadar hissederdi. Furkan, birlik olunduğunda her şeyin aşılabilir sorunlar olduğunu düşünürdü. Erdem aralarındaki en sessizi, Fatih de tam bir ketumdu. Fakat kendisi aynı zamanda grubun zeka küpüydü. Belki biraz fazla düşünüyordu ama o düşünmeden adım dahi atamayan bir yapıya sahipti. Yiğit aralarındaki en olumlu bakan kişi olabilirdi. Atlas ise olumsuzluk içinde kendini boğulmuş bulanlardandı. Çıkmazda hissettiği bir dönemden geçiyordu fakat, bu durumdan kurtarılmak ister gibi bir hali de yoktu.
Furkan’ın yolda yürürken bir afişte görüp heyecanla kardeşlerine haber verdiği, herkesi kendi kaldığı evde toplayarak anlattığı bu buz hokeyi işi, şimdi can mücadelesi verdikleri yer olmuştu sokaklar yerine. Buna hepsini inandırmıştı. Zor olmuştu ama kabul ettirmişti buz hokeyi takımı olmaya.
“OOOOOOOO BİR İKİ ÜÇ ARK-Tİ-KURT” Yükselen sese nazaran sessizce onlara katıldı Atlas.. bu maçtan sonra Furkan ile kesinlikle konuşması gerektiğini düşünüyordu. Birbirlerinden hiçbir şey saklamayan, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen kardeşi bu birkaç aydır hiç de bir şey saklamıyor gibi gelmiyordu. Onu asıl korkutan şey ise sağlığı ile ilgili bir konuda sessiz kalıyor olmasıydı. Yaklaşık üç ay önce girdikleri sağlık taramasından beri bir garipti.. üstelik beti benzi de hep solgun görünüyordu.
Uzaklaşan ellere ve odadan çıkarken birbirine dalaşan kardeşlerine baktı yarım bir gülüş asılı dudaklarıyla. Yandan ona hızla çarpan bedenle dudaklarında istemsiz bir gülüş peydahlandı. Mehmet kocaman cüssesiyle onu sarsmışken o da eliyle ittirdi Mehmet'i kapıdan dışarı doğru. Kendisi de yapılıydı fakat Mehmet hepsini teklerdi cüsse bakımından. O yüzden lakabı dağ ayısıydı..
Sonu piste çıkan koridorda sessizce yürürlerken onun sessizliği de, yürürken bile birbirlerine dalaşmaya devam eden arkadaşları gibi devam etmişti.
Sonunda koridorun sonu piste bağlandığında derin bir soluk çekti içine. Pistin kokusu bile bambaşka bir dünya gibi geliyordu. Hayat ona bir buz sahasına bile aşkla bakmayı öğretmişti. Çünkü hayatının hiçbir zaman diliminde kendine güven duyacağı bir imkan geçmemişti eline. Üstelik zaten ona göre başka neye aşkla bakabilirdi ki? Onun.. buna hakkı var mıydı ki?
Hakkı olmayan hiçbir şeyi istemezdi. Bu yüzden bu spor onun için bir umut, bir yaşam.. bir gelecek vadetmişti. Başlarda sigortası var diye doluştukları bu pist şimdi yaşam mücadelesi verdikleri yer haline gelmişti. Piste adımını atarken hissettiği heyecan vardı bir de. Ömre bedel bir huzur sunuyordu ona. Sahada bir varlık ortaya koyamasalar da kendi çaplarında var olmaları yetiyordu bir yere kadar.
En önde, bu maçta yedek olarak kalacak Erdem onlara kapıyı açarken koçları kenarda durmuş, tüm üyelere küçümser bakışlar gönderiyordu. Yine içine oturan o küçümsenme hissine yenik düşmemeye çalışarak sahaya doğru ayaklarındaki buz patenleriyle yürümeye başladı. Rahatlıkla ayaklarını buzun üzerine bırakırken arkadaşlarının yanına doğru ilerlemeye başladığında adeta bir arktik kurdu gibi hız kazanmıştı. Ayaklarının altındaki buzun hissettirdiği soğuk rüzgardan ivme kazanırken buzun ona ve onun her hareket hamlesine nasıl yön verdiğini izledi. Takım arkadaşlarının yanına vardığında sessizce dudaklarını aralayarak bıraktığı soluğa karıştırdı, günün ve birazdan başlayacak olan maçın verdiği gerginliğini. Sakinleşmeye çalışırken karşı takımın da piste giriş yaptığını gördü göz ucuyla. Bugün nedensizce içinde bir huzursuzluk vardı..
İnceden ısınma hareketlerine başlarlarken hepsi bu maçı ne pahasına olursa olsun almaları gerektiği konusunda hemfikirdi. Özellikle Furkan.
Bütün takım onun için oynarken o da, bütün takım için oynuyordu. Kendisinden çoktan geçmişti. Üstelik hastalığı da çoktan yenilecek evreyi geçmişti. Kendisinden sonrasını düşünmek zorundaydı. Onları bu buz hokeyi işine o inandırmıştı. Altını doldurmadan ölmemeliydi. Evet, bu fikre alışmıştı artık. Ölecekti.
Ne zaman geleceği belli olmayan krizlerini çocuklardan saklayabilmişken şu ana kadar hiçbir problem yoktu. Bir epilepsi hastasıydı. Kaçıncı aşamada olduğunu unuttuğu bu hastalığın, beyninde bulunan sinir hücrelerinde anormal dalgalanmalar sonucu nöbetlere neden olan bir beyin rahatsızlığı olduğunu söyleyebilirdi. Ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba sayımı vardı beyninin içinde.
Sakince tebessüm ederek maçın başlamasını bekler bir pozisyonda öylece bekledi. Bu maç herkes için hayat memat meselesiydi.
Tüm pistte yankılanan düdük sesiyle sahanın ortasında duran paka elindeki sopayla hızla vurdu. Karşı takımın kalesine doğru ilerletme fikri kafasına iyice oturmuşken sopasının ucunda sürüklemeye devam ettiği pakı ofansta duran Ahmet’e pasladı. Ahmet karşı takımın sopası neredeyse kendisine yaklaşan paka değecekken hızla pakı kendine doğru çekmiş ve anın gerginliğiyle ne yapacağını bilemeyerek Atlas’a paslamıştı. Herkesin duruşundan gerginliği belli olurken kaskının altından sakince nefes almaya çalıştı Furkan. Atlas, rakip takımın kalesine doğru emin adımlarla kayarken aklındakileri boşaltıp sadece sopasının ucundaki paka odaklanmaya çalıştı. Kaleyi teğet geçerek tekrar sopasının ucundaki pakı ilerletirken yaptığı bu manevra, rakip takım oyuncusunun dengesini sağlayamayarak düşmesine neden olmuştu. Tekrar kaleye dönüp pakı bekletmeden elindeki sopayla kaleye göndermişti. Ve pak.. kaleyi ufak çaplı dalgalandırmıştı.
Skor tabelasına dönen bakışlarla eş zamanlı Arktikurt Buz Hokeyi Takımı bir sayı almıştı. Sayı almışlardı.. ilk değildi ama anlamlıydı.
Anlamınıysa zamanla anlayacaklardı.
Maç devam ederken hızla ilerleyen ve rakip takımdan pakı almak için hamle yapan Furkan’a yine rakip takımın oyuncusu omuzuna doğru çarpmış ve yere düşürmüştü. Furkan yere düşmenin verdiği sarsıntıyla yerde öylece uzanırken gözlerinin önü bulanıklaşmaya başlamış göğsü hızla inip kalkarken soluklarını kesik kesik almıştı. Takım hızla kardeşlerinin yanına koşarken maç hakem tarafından durdurulmuştu. Herkes ne olduğu anlamaya çalışıyordu.
Sakinleşmeye çalışırken birden beyninde hissettiği ılık-soğuk ürpertiyle gözleri kaymış ve dudaklarından son aldığı soluk firar etmişti. Yanına yetişen arkadaşları biraz ötesinde dururken sağlık ekipleri koşarak sahanın içine girmiş ilk müdahale için sedye hazırlamışlardı. Başındaki kaskı çıkararak nefesini kontrol ettiklerinde, başında dikilen o altı adamı yıkacak tek bir cümle duyuldu. “Nefes almıyor.”
Gerisi ise tam bir kargaşadan ibaretti. Önce sesler yükselmiş ardından sedyeyle hastaneye taşınan kardeşlerinin yanına gitmek için hastane yolunu tutmuşlardı. Fakat hastaneye gittiklerinde, hasta odası önünde değil morgun önünde nöbet tutacaklarını bilmeden.
***
O günden sonra arkadaşlarını tekrar bir araya toplayamadığı aklına gelince boğazına oturan yumruyu geri itekledi. Mehmet, bir markette taşımacılık yapmaya başlamıştı. Erdem Akifse bir belediye işlerinde getir götür işine girmiş canla başla çalışıyordu. Fatih, bir zamanlar sporcusu olduğu buz pistinde güvenlik görevlisi olmuştu. Diğerleriyse işsiz bir şekilde evde oturuyorlardı. Takım kelimenin tam anlamıyla dağılmış.. ruhları bir harabeye dönmüştü. Koçlarıysa Furkan’ın ölümünün ardından sırtını dönmüş belki de yeni bir takım bulmuştu kendine. Kendine layık bir takım.
Oturduğu banktan neden kalktığını bilmeden yalnızca ilerledi içi gibi harabe sokaklar gördü. Zihni gibi karışık mahalle yörelerinde dolaştı. Ayakları nereye götürürse oraya gidiyordu. Aklında dönüp duran düşüncelerle başını kaldırdığında karşısındaki manzara beklenmedikti. Attığı adımlar onu kavrayamayacağı bir şekilde buz pistine götürmüştü. Ne kadar önünde öylece dikildiği binanın dışını inceledi bilinmez, adımları içerdeki buzlu zemine çekiliyormuşçasına ilerletti bedenini. Hızlı olmayan fakat emin adımlarla ilerlerken duyduğu sesle duraksadı. “Atlas!”
Başını bedeniyle birlikte geriye doğru, yüz seksen derecelik bir açıyla çevirdiğinde karşısındaki adamı tanımadığını ve daha önce görmediğini belli eder tarzda bir değişim oldu her bir zerresinde. Önce kaşları çatıldı ardından bedeni gerginlik kalkanını kuşandı.
Yavaş adımlarla karşısına ilerleyen adamı tekrar süzgecinden geçirdi fakat tanımıyordu. Grileşmiş saçları, yılların eksikliğini eskiliğinin verdiği ağırlığı taşır nitelikte yer yer kendini belli ediyordu. Yüzündeki ve göz çevresindeki ufak kırışıklıklar derin göründüğü için fazla görünse de azdı. Sol kaşının hemen yanından başlayan derin çizgi hayatında fazlasıyla kızgın biriymiş imajı katıyordu. Üzerindeki lacivert kısa kollu tişörtü ve kumaş pantolonuyla İstanbul beyefendisi olmaktan son anda kaçmış gibiydi. Koyu maviyi andıran gözleriyle buluşan gözleri neden kendisini durdurduğu ve karşısındaki bedenin kendine doğru ilerlemesinden anladığı kadarıyla neden onunla konuşmak istediğini sorguluyordu. Bu merakının son bulması uzun sürmedi. Aralarında üç adım kadar mesafe varken tam karşısında durdu adam.
Kendinden emin bakışları her saniye daha gergin bir hava oluşmasına neden olurken adam dudaklarını araladı. “Şimdi diyorsun ki; Bu adam neden beni durdurdu?.. Amacı ne? Ne istiyor?” Atlas’ın tek kaşı istemsizce havaya kalkmışken adam konuşmaya devam etti. “Diyor musun?”
Dudaklarının arasından yorgun bir nefes intihar etti. Fakat cevap vermeyi ihmal etmedi.”Yani ben diyorum tabii, diyorum demesine de. Sen kimsin birader, hayırdır?” Umarsızca ve yorgun bakan gözleriyle kurmuştu bu cümleleri.
Karşısındaki adam bu soruyu bekliyormuşçasına başını sallarken, dudaklarında tatmin olmuş bir gülüş vardı. “E, sordun madem cevabını vereyim. Bu buz pistinin yeni hokey hocası ve Arktikurt Buz Hokeyi Takımının yeni koçu Emir Taşkın.” Bir adım daha yaklaştı. “Ve sen de takımımın kaptanı olmalısın. Öyle değil mi Atlas Arif Kutay?”
Yüzünden şaşkınlığı okunurken duyduklarına anlam veremeyerek baktı adama. Buz Hokeyi Takımı koçu diyordu! Arktikurt diyordu! “Şimdi ben anlamadım pek.. nasıl yani?”
“Anla işte oğlum anlamayacak ne var?! Siz lisanslı sporcusunuz. Öyle ben bu işi bıraktım gidiyorum yok! Mücadele edeceksiniz. O da öyle isterdi.”
Son cümlesiyle kimden bahsettiğini hızla kavrarken kaşları derinden çatıldı. Bu adam bu kadar bilgiyi nereden biliyordu? “Sen bizi nereden tanıyorsun peki Emir hoca?” Sesi meydan okur gibi çıksa da niyeti anlamaya çalışmaktı.
“Ben emekli buz hokeyi antrenörüyüm oğlum. Geçenlerde maçınızı izlemeye geldim meraktan. Eksikleriniz var ama tek bir şey dikkatimi çekmişti benim.” Karşısındaki çocuğa dikti gözlerini Emir hoca. “Siz vazgeçmiyordunuz. Siz mücadele etmeyi biliyordunuz.. siz farklıydınız diğerlerinden.” Derin bir nefes çekti içine. “Sonra ben sizin her maçınızı izlemeye geldim. Bana da uğraş oluyordu tabii.. evde kös kös oturuyor başka bir şey yapmıyordum. Son maçınızda da oradaydım.” Söylediklerini cümlenin sonuna doğru kısık bir sesle dile getirmişti. “Ama böyle pes ederek olmaz! Size tek bir hak tanıyorum. Ya yarın buraya takım olarak gelirsiniz yada hayatınıza olduğu haliyle devam eder bu buz hokeyi işini, ‘Rüyaydı ve gözlerimizi açınca bitti..’ diye anlatırsınız. Karar sizin.” Son sözünü söyler söylemez ardını dönmüş ve arkasında şaşkın, umutlu ve düşünceli bir Atlas bırakmıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder